
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın yankısı sürüyor. Çağrıyla birlikte Abdullah Öcalan’ın toplumsal, siyasal, ulusal, ekolojik ve kadın sorununa dair önermeleri de akademi çevrelerince yeniden tartışmaya açıldı. Dünyada 74 merkezde başlatılan “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm” kampanyasının yürütücülerinden dünyaca tanınan sosyolog Michael Löwy, Abdullah Öcalan’ın ulus sorununun çözümüne demokratik konfederalizm fikriyle önemli perspektif sunduğunu kaydetti. “Geçmiş gelecektir” projesi kapsamında geldiği Amed’de Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtlayan Michael Löwy, Abdullah Öcalan’ın acilen özgür olması gerektiğini belirtti.
Türkiye’de 1 Ekim’den sonra yeniden gündeme gelen çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye Kürt sorununa barışçıl bir çözüm üretebilir mi?
Abdullah Öcalan’ın inisiyatifiyle başlayan bu barış sürecinin barışçıl bir çözüme yol açabileceğine dair şu anda büyük bir umut var. Bu bir umuttur. Hem Türk hem de Kürt halkı için tek çıkış yolu özgürlük ve demokrasidir. İşte bu yüzden Öcalan’ın önerisi çok önemli ve umuyorum ki bu çok yakında, başta Öcalan olmak üzere, Selahattin Demirtaş gibi tüm siyasi tutukluların özgürlüğüne kavuşmasına yol açacaktır. Umarım barış süreci çok yakında bu sonuca ulaşır.
Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin AB ile ilişkileri nasıl etkilenir?
Bence bu demokratik süreç Türkiye’de Kürt halkının demokratik haklarını garanti altına alan bir çözüme yol açarsa, bu Türkiye’nin gelecekte Avrupa’ya entegrasyonu için çok önemli bir adım olacaktır. Avrupa’nın entegrasyonu kabul etmemesi için hiçbir neden kalmayacaktır. Dolayısıyla bunun bu yönde atılmış çok ama çok önemli bir adım olacağını düşünüyorum. Ancak tabii ki Avrupa Birliği ideal bir yapı değil. Pek çok eksiği var. Bir Avrupalı olarak ben de Avrupa Birliği’ni daha demokratik, daha sosyal ve daha ekolojik bir yapıya dönüştürebileceğimizi umuyorum.
Sizin de söylediğiniz gibi Avrupa’da da son dönemlerde “güvenlik” ağırlıklı politikalar esas alınmaya başladı. Özellikle Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupa’nın “değerler” yerine “güvenlik” temelli bir siyasi duruşa yönelmesi gerektiği vurgulandı. Bu güvenlik merkezli duruş kayması ezilen halklar ve özgürlük hareketleri için ne gibi riskler barındırıyor?
Bence Avrupa’nın yeniden silahlanmaya, güvenliğe, savaşa hazırlanmaya, savaş makineleri inşa etmek için milyonlarca ve milyarlarca yatırım yapmaya yönelmesi çok olumsuzdur. Bence bunun sonucunda demokratik haklar, ekoloji, sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, her şey marjinalleşecek ve Avrupa’nın tüm kaynakları ve ekonomik gücü silahlanmaya ve savaşa hazırlanmaya yönlendirilecek. Umarım Avrupa’daki insanlar bu savaş histerisine, bu savaş hazırlıklarına ve silahlanmaya yapılan bu büyük yatırımlara karşı direnmeye başlarlar. Bunlara ihtiyacımız yok. Daha fazla ekolojik dönüşüme ihtiyacımız var. Daha fazla sosyal hakka ihtiyacımız var. Daha fazla demokrasiye ihtiyacımız var ve Avrupa politikasındaki değişimin amacı da bu olmalıdır.
Abdullah Öcalan 26 yıldır cezaevinde olmasına rağmen ulus-devlet eleştirisinden demokratik konfederalizme, jineolojiden ekolojik topluma kadar ciddi bir teorik üretim ortaya koydu. Sizce Öcalan’ın entelektüel üretimi, sosyalist düşünce ve mücadeleye nasıl bir katkı sunuyor?
Öcalan’ın yazılarının, dünyanın dört bir yanındaki sosyalist ve devrimci hareketlerin “ulus sorunu” ile nasıl başa çıkacaklarını yeniden düşünmeleri için çok, ama çok önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Ekolojiyi marjinal bir mesele olarak değil, çok ciddi bir mesele olarak ele almak, kadın özgürlüğünü ve kadınların özgürleşme sürecimizdeki öncü rolünü görmek, bunlar çok, ama çok önemli katkılar. Bence Avrupa’daki ya da Latin Amerika’daki ya da başka yerlerdeki herhangi bir sosyalist ya da devrimci insan Öcalan’ın yazılarını okuyarak çok şey öğrenebilir ve bence artık Öcalan’ın acilen özgürlüğüne kavuşmasının zamanı geldi.
Ulus-devlet formunun krizi ve Kürt meselesi bağlamında, demokratik konfederalizmin günümüzün siyasi krizlerine nasıl bir alternatif sunduğunu düşünüyorsunuz?
Bence Öcalan’ın demokratik konfederalizm önerisi “ulus sorunu” ile başa çıkmanın çok ilginç ve yeni bir yolunu öneriyor. Elbette Murray Bookchin ve diğerleri gibi kişilerin yazılarından esinlenilmiş, ancak bu yeni bir öneridir. 20’nci Yüzyıl’da olumsuz sonuçlar doğuran pek çok deneyim yaşadığımız otoriter, merkezi ulus devletin tehlikelerinden kaçınmaya çalışan orijinal bir öneridir. Dolayısıyla bu demokratik konfederalizm fikrinin yepyeni bir öneri olduğunu düşünüyorum. Nasıl işlediğini görmek için hala somut tarihsel koşullarda uygulanması gerekiyor ancak ulus devlet meselesi etrafında yaşanan uzun savaşlar ve çatışmalar tarihinin ötesine geçmek için çok önemli bir perspektif olduğunu düşünüyorum.
Ortadoğu’daki halk hareketleri (Arap Baharı, Rojava, İran’daki kadın direnişi vb.) ışığında, ezilen halkların kurtuluş mücadeleleri ile sosyalist mücadeleler arasında nasıl bir tarihsel bağ kuruyorsunuz? Kürt hareketi bu bağlamda nerede duruyor?
Ortadoğu’daki bu yeni özgürlük ve demokrasi hareketlerinin en çarpıcı yönlerinden biri de kadınların bu hareketlerdeki öncü rolüdür. Bu hem İran’da hem de tüm kadın özgürlük ve barış hareketinde açıkça görülmektedir. Ve tabii ki Rojava’da kadınların çok ama çok merkezi bir role sahip olduğu, kadınların erkeklerle eşit statüye ulaştığı demokratik, adem-i merkeziyetçi bir siyasi örgütlenmenin çarpıcı bir örneği, eşsiz bir deneyim var. Başka bir eşdeğeri olduğunu sanmıyorum, belki Meksika’daki Batista şapelinin hareketi denilebilir. Ama Rojava’nın bu deneyimi, kadınların özgürlük hareketinin liderleri olmayı nasıl hak ettiklerini ve erkeklerle aynı haklara nasıl sahip olmaları gerektiğini gösterme konusunda gerçekten öncü bir örnek. Dolayısıyla bunların çok ama çok önemli deneyimler olduğunu düşünüyorum ve umarım benzerleri çoğalır. Ancak Kürt hareketi, hem Suriye’de hem Türkiye’de hem de her yerde, Ortadoğu’daki ulusal kurtuluş hareketleri arasında belki de en demokratik, en özgürlükçü ve en radikal olanıdır.
Bugün doğada yaşanan ekolojik tahribatlarda önemli bir yer de duruyor. Bu kapsamda da Abdullah Öcalan’ın ekolojik toplum paradigması da gündemde… Kürt hareketinin doğayla kurduğu ilişki ve “ekolojik toplum” vizyonu sizce dünya soluna nasıl ilham verebilir? Rojava örneği bu açıdan nasıl değerlendirilmeli?
Rojava deneyimi, diğerlerinin yanı sıra, bir sosyal ekolojist, çok radikal bir ekolojist olan Murray Bookchin’den etkilenmiştir. Bence ekoloji başından beri Rojava projesinin kalbinde yer alıyor. Elbette çok zor koşullara sahipler ve tam bir ekolojik program uygulayamıyorlar, ama Rojava’da ekolojik bir geçiş geliştirme girişimleri oldu. Bence Rojava’nın geleceğinin ne olması gerektiğine dair görüşlerinin merkezinde ekolojik geçiş var. Bence bu çok olumlu ve bence diğer uluslar da bunu olumlu bir örnek olarak örnek almalı.
Son olarak sizin de içinde bulunduğunuz “Abdullah Öcalan’a özgürlük ve Kürt sorununa demokratik çözüm” kampanyası devam ediyor. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için nasıl bir mücadele esas alınmalı?
Dediğim gibi, bu barış sürecinin çok umutlu olduğunu düşünüyorum. Ancak tabii ki Kürt halkının barış sürecini kazanabilmesi için güçlü ve iyi örgütlenmiş olması gerekiyor. Bunun olmasını öylece bekleyemeyiz. Dolayısıyla Kürt halkının aktif olmaya, örgütlenmeye ve hakları için mücadele etmeye devam etmesi çok önemli. Umarım bu durum her iki halk, Türk halkı ve Kürt halkı için de mutlak bir gereklilik olan barışa yol açar.
Müjdat Can – Hîvda Çelebi / MA