
■ Politika’dan Yorum
24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 110. Yıldönümü. Osmanlı Türk/Sünni egemen sınıfının “ekonomide, siyasette, kültürde egemen Türk ulusu” yaratma projesinin en önemli adımı Ermeni halkının soykırım ile yok edilmesi olmuştur. Soykırım sürecinde sadece Ermeniler değil, Asuri-Süryani ve Keldani halkı da aynı kaderi paylaşmıştır.
Ermeni Soykırımı, emperyalist kapitalist İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, ABD’nin paylaşım mücadeleleri içinde gerçekleşti. Tıpkı daha sonra ve şimdi İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği soykırımı kendi emperyalist çıkarları için destekledikleri gibi Ermeni Soykırımı’nı da Osmanlı ile birlikte el birliği ile işlediler.
Ermeni halkı ve diğer Müslüman olmayan halklar 19. Yüzyılda gittikçe artan devlet baskısının hedefi oldular. 1894-1896 yılları arasında Sason, Trabzon, İstanbul, Eğin, Niksar, Zeytun gibi çeşitli bölgelerde yüzbinlerce Ermeni’nin katledildi. 1908 Devrimi’nde “eşitlik, kardeşlik” vaatleriyle iktidara gelen İttihat ve Terakki çetesinin emriyle 1909’da Adana’da başlatılan kanlı pogromlarda 20 bine yakın Ermeni katledildi.
Osmanlı, ağır vergilere tabi tuttuğu, aşağı gördüğü Ermeni halkının demokratik eşitlik, kardeşlik taleplerini yok etmek için son olarak da 24 Nisan 1915’te soykırım planını devreye soktular. 24 Nisan 1915’te, Osmanlı yetkilileri, İstanbul’daki Ermenileri, toplu halde tutuklamaya ve sürgün etmeye başladı. Tutuklananlar, çoğunlukla entelektüeller, toplum liderleri ve siyasi eylemcilerdi. Ayaş ve Çankırı’daki toplama kamplarına götürüldüler. Ardından 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan “Tehcir Yasası” ile resmen Soykırım süreci başlatıldı. Tehcir “tedbirlerine” karşı “her türlü direnişin en sert askeri şiddetle bütünüyle imha edilmesi” emrini veren “Tehcir Yasası”, sadece ordu birlikleri ve diğer güvenlik güçlerince değil, Müslüman halkın önemli bir kesiminin de katılımıyla harfiyen yerine getirilmiş, Soykırım mağdurlarının mallarına ve mülkleri-ne el konulmuştur. Soykırımın baş yürütücüsü Talat Paşa 29 Ağustos 1915 tarihinde gönderdiği bir telgrafta “Ermeni sorunu çözülmüştür. Gereksiz vahşetler ile halkı veya hükümeti kirletmeye neden yoktur” diyerek, Soykırımı gerçekleştirenleri koruması altına almıştır. Süreç sonunda farklı kaynaklara göre 800 bin ile 1,5 milyon civarında Asuri-Süryani ve Ermeni nüfusu devlet kararı, Müslüman halkın katılımı ve bilhassa Almanya emperyalizminin doğrudan desteği ile organize bir biçimde yok edilmiştir.
Osmanlı’nın maddi-manevi devamcısı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları da Talat Paşa’nın izinden giderek Ermeni Soykırımını savunmuşlar, Ermeni halkına karşı ırkçı-şovenist düşmanlığı Türk ulus ideolojisinin temel direği haline getirmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk reis-i cumhuru yani cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, “Ermeni meselesi” üzerine cumhuriyetin ilanından 7 ay önce 16 Mart 1923’te Adana’da “Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir”derken, 1927 yılının Ekim ayındaki “Nutuk” konuşmasında da “Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. (…) Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı” diyerek mağdur Ermeni halkını suçlamaya devam etmiştir. Sonraki Cumhurbaşkanı Celal Bayar da Talat Paşa için “Meşrutiyet’in ilanından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonuna kadar beraberdik ve şefimdi. Çok vatanperver, kudretli ve mümtaz bir şahsiyetti” demişti.
Ermeni soykırımı, siyasette egemen olan Türk burjuvazisinin ekonomide de egemen olmak için attığı bir adımdır. Osmanlı’nın ticaretinde hakim unsur olan Ermeni burjuvazisinin sermayelerine, mülklerine, kiliselerinin, vakıflarının mal varlıklarına el koyarak ekonomide egemen hale gelen Türk/Sünni burjuvazisi ve mütegallibe, yüz yıldır soykırım suçunun hesabının sorulacağı korkusu ile teyakkuz halinde yaşamaya devam etmiştir. Her fırsatta da yeni katliamlarla başkalarının canına, malına çökmüştür. Ermeni Soykırımı, onun karakterine işlemiştir. Kendisine karşı çıkan herkesi de “Ermeni dölü” olarak suçlamaya devam etmiştir. “Kılıç artığı” Ermenilerin yaşadıkları felaketi, canlarına, mallarına çökenlerden hesap sorulmasını dile getirmelerine, adalet talep etmelerine karşı da hiçbir insani yaklaşım göstermeyeceklerini Hrant Dink’i öldürerek, Arsthak’ta (Dağlık Karabağ’da) Azerbaycan’ın işgalinde Ermeni askerlerine yaptıkları işkenceleri şevkle dünyaya paylaşırken de gösterdiler.
Ermeni Soykırımını tanımak, unutturmamak sadece tarihte gerçekleşen bir haksızlığı anmak gibi ahlaki bir sorumluluk değildir. Ermeni Soykırımı, Türk burjuvazisinin tarihsel karakterini tanımak bakımından hayati önemdedir. Türk burjuvazisi bütün kanatlarıyla başta Ermeniler olmak üzere Rumların, sonrasında da komünistlerin, Kürtlerin, Alevilerin kanı-canı üzerine egemenliğini kurmuş, gerici bir karakterle yoğrulmuştur. Ona her hangi bir şekilde ilericilik payeleri biçmek sınıf işbirlikçisi siyasetlerin temel göstergesidir.
Ermeni Soykırımı güçlü devletler tarafından yüzyılın başında gerçekleşen en büyük soykırımlardan biridir. Avrupalı emperyalist güçler Amerika’da, Afrika ve Asya’daki sömürgelerde gerçekleştirdikleri savaş ve insanlık suçlarından hiç bir şekilde geri kalmamıştır. Almanya ve Belçika emperyalizmleri sadece Güneybatı Afrika ve Kongo’da 1905 ve 1908’de 7 milyondan fazla insanı sistematik bir biçimde yok etmişlerdir. Yüzyıl boyunca da soykırımlar ve kitlesel katliamlar devam etmiştir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda 6 milyon Yahudi’nin soykırımı, yakın zamanda Saraybosna’da, Sudan’da, Ruanda’da gerçekleşen soykırımlar yaşandı. Emperyalistler arası rekabet ve yerel egemenlerin her fırsatta soykırım dâhil olmak üzere egemenliklerini sürdürmek için her türlü canice zorbalığa başvurdukları evrensel bir gerçektir.
Bu yüzden bu topraklar açısından Ermeni Soykırımını tanımak, soykırımcı Türk burjuvazisine karşı halklarımızın nasıl örgütlenmesi gerektiği sorusuna cevap vermek için atılması gereken güncel bir adımdır. Bölgemizde ve dünyada yoğunlaşan 3. Dünya Savaşı planları bir kez daha emperyalist ve bölgesel paylaşım savaşlarının ve sınıf mücadelesinin hiçbir burjuva hukuk ile sınırlandırılmadan sürdürüldüğü bir dönemin kapılarını açmıştır. Bu çağda artık böyle şeyler olmaz naifliğinin nasıl bir trajedi yarattığını yanı başımızda Gazze’de gördük. Suriye’de Alevi katliamları yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. 27 Şubat’ta Kürt halk önderi Abdullah Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nda Kürt sorununda çözümsüzlüğün Gazze ve Suriye gibi bir sonuca evrilebileceği uyarısını da akılda tutmak lazım. Diğer taraftan Ermeni soykırımının inkarının sürdürülmesi de Kürt sorununun demokratik çözümünün bir parçası olarak ele alınmalıdır. Geçmişin suçları ile yüzleşilmeden ve hesaplaşılmadan Türk halkına zerk edilen şovenizm kanı temizlenmeyecektir.
Eğer tarihin tekerrür etmemesini istiyorsak soykırımcı egemenleri, onların emperyalist kapitalist efendilerini iyi tanımamız gerekir. Buna göre örgütlenmemiz gerekir.