
Barış ve demokrasi mücadelesiyle tanınan siyasetçi ve sanatçı Sırrı Süreyya Önder’in geçirdiği ani kalp rahatsızlığı sonrası hastanede tedavisi sürerken, siyasi dostu ve HDP eski milletvekili İdris Baluken’den bir yazı geldi. Baluken, İlke TV’de kaleme aldığı yazısında, Önder’in sağlık durumuna ilişkin duygularını dile getirirken, aynı zamanda onun siyasal yaşamı ve toplumsal etkisine dair değerlendirmelerde bulundu.
Baluken yazısında, “Yetmiş iki saat doldu. Hani o kritik denen süre var ya! Ölümle yaşam arasındaki en belirsiz, o en ince çizgi yani. Onu geride bıraktık işte. Şimdi dönebiliriz yeniden yaşamın inceliğine, bizi bekleyen yaşamsal işlere. Bak, yazabiliyorum artık” ifadelerini kullandı.
Yazının tamamı şu şekilde:
Yetmiş iki saat doldu. Hani o kritik denen süre var ya! Ölümle yaşam arasındaki en belirsiz, o en ince çizgi yani. Onu geride bıraktık işte. Şimdi dönebiliriz yeniden yaşamın inceliğine, bizi bekleyen yaşamsal işlere. Bak,yazabiliyorum artık.
Boğazıma düğümlenen sözcükler, kalemimde donan mürekkep çözüldü. Ölümün donuk durağanlığı, gümbür gümbür bir yaşamın akışkanlığına bıraktı yerini. Sen acele etme ama, biraz dinlen! İçimizde en fazla yorulan, en ağır yükü taşıyan, en çok derdi omuzlayan hep sendin çünkü. Haliyle biraz daha istirahate ihtiyacın var, acele etme! Şimdi ayaklansan, biliyorum, yine yerinde duramayacak, yine başkalarının dertlerine koşturmaya başlayacaksın. Fedakarlığın ne iflah olmazı çıktın? Başkalarının küçücük bir tebessümü için, içinde kopan amansız fırtınaları sakladın, insanlara bir tutam huzuru armağan etmek için ruhunun en sarsıcı depremlerine katlandın. Nasıl beceriyordun bunları, anlamak ne mümkün! Mevlanın, yaratırken, hepimizden kısıp yetenek bahşettiklerindendin, kabul, ama yine de zor olmalıydı. Ondandı sanırım, iyiliğini/iyiliklerini anlatırken, dünya görüşü ve politik düşünceleri en zıt kutupta yer alanların bile, konu sen olunca “evliya gibi insan” deyip durmaları! Hepimizin güvenli limanı olman da ondandı sanırım. En sert dalgalarla boğuşup, en yıkıcı fırtınalara kafa tutarken hayata güvenle demirlemek için yanına uğramak yetiyordu her birimize. Neler öğrenmedik ki senden, neler düşündürtmedin ki bize? En son, hapiste yatmanın, beton duvarlarla demir parmaklıklara hükmetmenin inceliklerini bile senden dinledik, senin deneyimlerinden öğrendik. “Hapishane karavanasından yemeyen hayatı tanıdım demesin” derdin ya ne büyük güç alırdık bu ve benzeri sözlerinden. “Sırtı hapishane yatağına bir kez değen,insanlık davasında bir daha iflah olmaz” derdin ya hepsini yaşayarak öğrendik. Dünyevi Sırat’ların inceliklerinden yürümeyi başka nasıl başarabilirdik? Övülmeyi sevmediğinden bize söyletmediğin şeyleri şimdilerde haykırmak geçiyor içimden. Sırtımızı yasladığımız sağlam kaya, gölgesinde soluklandığımız koca ağaç sendin kıymetli abim. Bilginin derinliği sendeydi, düşüncenin, yaratıcı hünerin en parlak olanı sende. Derya kadar derin, karanlığı yırtıp geçen bir yıldız kadar parlak olman ne çok kolaylaştırdı işimizi, bir bilsen! O yüzden diyorum, acele etme biraz dinlen öyle gel ama fazla da gecikme. Bak, söylüyorum işte! Sensizken karanlıkları aşmakta, derinlere dalmakta tahmin edemeyeceğin kadar zorlanıyoruz. Yetmiş iki saat oldu sensizlik, ama bu kısacık, daha doğrusu bu çok uzun süre, bizi pek fena yordu. Yetmiş iki yaşı bilmiyorum ama yetmiş iki aya bedeldi bu yetmiş iki saat, bilesin. Öyle ki hapishanede geçirdiğim yetmiş iki ay bile bu denli zorlamamıştı beni, gök bu kadar daralmamış, hayat bu denli boğazımı sıkamamıştı…
Gecikmeyeceğine söz verirsen başka birşey paylaşayım, sevindirme adına değil, haksızlık etmeme adına. Yıllarca sağlıklı olarak yapamadığımızı hasta yatağında başardığını bilsen iyi olur kıymetli abim. Hani o dilimizden düşürmediğimiz “barışın toplumsallaştırılması” meselesi var ya! Kaç yıldır oradan oraya koşturduğumuz, kilometrelerce yolu kat edip başaramadığımız mevzu var ya hasta yatağında üç günde öylece başardın onu! Kalkınca anlatırım detayları, kimlerin arayıp kimlerin koşturduğunu, kimlerin ağlayıp kimlerin ortak duyguda buluştuğunu. Duyduklarına inanmayacaksın. Hakkında en sert sözleri, en kem gözleri, hep bağışlayarak cezalandırır, onları eni sonu gelecek bir pişmanlıkla baş başa bırakmayı yeğlerdin ya, işte bugünlerde en çok da ona tanıklık ettik. Başka detaya gerek yok sanırım,tahmin edersin zaten!
Yıllar önce gördüğümüzü birçoğu yeni yeni görüyor sanırım. Bu kirli hayatın en temiz parçası hep sen olageldin, puslu yaşamın en berrak aynası hep sen. Sevenlerin zaten çoktu ama bir o kadar daha çoğaldı desem, inanır mısın?
Sen uyurken karalıyorum bu satırları; neye benziyorlar onu bile bilmiyorum. Bir zahmet gelsen; şu çalakalem satırları bir gözden geçirsen, bir adam etsen ne iyi olur abi! Sana her konuda ihtiyacımız var, biliyorsun zaten. O yüzden demiştim, biraz yorgunsun acele etme ama çok da gecikme, bizi fazla bekletme. Doktor deyip duruyordun ya kardeşine, bir doktor olarak söylüyorum işte, en fazla 40 gün mühlet abime, yeter, fazlasını da isteme. O zamana kadar ne yapar eder bir şekilde idare ederiz ama ondan sonra, bizden kısılıp sana bahşedilen yeteneklerden ötürü, işlerin bir bölümünü yine sana yükleriz, haberin ola. Ne de olsa işin ucunda gençlerin ölmemesi, anaların gözyaşı dökmemesi var, barışın onurunu bir ömür boyu taşımak var. Nasıl ki kutsal kitaplar “haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” diyorsa bizim nezdimizde de “bir insanı kurtarmak tüm insanlığı kurtarmakla eşdeğerdir” demek yanlış olmaz. Daha birkaç gün önce konuşmuştuk bu mevzuyu. Kıvır zıvır işlere, angarya denebilecek siyasi gündeliklere ise yeltenme, itiraza kapalı olarak muafsın abim, bilmiş ol… Haa! Bu arada unutmadan; geldiğinde Diyarbakır usülü, bol baharatlı güvecin hazır olacak, dumanı üstünde sıcak açık pide ekmeği de öyle, yanına bir de soğan kırdık mı, bol köpüklü de birer ayran, bizden iyisi olmaz artık…
Çok şükür kıymetli abim, buna da şükür; yetmiş iki saatte bunların hepsini, daha doğrusu nefes alıp vermeyi bile unutmuştuk, yeni yeni hatırlıyoruz yeniden yaşamayı. Pervin Başkana da yazmıştım, makineye bağlı olan sadece senin değil, sen de cisimleşen hepimizin kalbiydi, tüm ezilenlerin,tüm ötekilerin, insana dair tüm sevgilerin,tüm sevgililerin kalbi. Kalbine, umuda ve güzelliğe kesmiş bir dünyayı sığdırdığını unutmadın herhalde! O yüzden söylemek zor ama hatırlatmam gerek. Bedeninde taşıdığın yüreği sadece kendine ait olarak bilme, bir dünya var şimdi yorgun bedeninde, bir dünya senin emanetinde. Emanetini al ve gel. En katıksız o güzel şivenle “Hele bir çay koyun da gerisi Allah kerim” de… Her sokak başında bir yürek senin nöbetinde, seni beklemekte, sakın ola bunu unutma! Hani iyilikleri hep karşılıksız yapar, iyilik yapıp hiçbir şeyi olmamış gibi davranırsın ya bu sefer de hepimize iyilik için öyle yap, hiç birşey olmamış gibi en beklenmedik zamanda çık ve gel, sevindir hepimizi. Başa kakılan değil unutulup geçilen iyiliklere sen alıştırdın hepimizi. Senin ki gibi asil ve az bulunan bir dostluğu aramak zorunda bırakma hiçbirimizi, zaten arasak ne fayda, bulamayacağımız tas gibi ortada değil mi? Sözün özü, bekliyoruz abi, bizi düşünme. Acele etme ama fazla da gecikme…
HABER MERKEZİ