
Trump’ın gümrük tariflerinin olası sonuçlarını ele aldığı yazı dizisinin ikincisini kaleme alan Mustafa Durmuş gümrük tarifelerinin nedenleri ve azgelişmiş ekonomiler üzerindeki olası etkilerini değerlendirdi.
Yazının tam hali şu şekilde:
Ana akım medyadaki baskın görüşe göre, ciddi küresel sorunlara yol açacak olan Trumpçı tarifeler, “kötü niyetli”, “beceriksiz”, “irrasyonel”, “maceracı” “halklara düşman bir aşırı sağcı” olan Trump’ın marifeti.
Trump aldığı kararların etkilerinin bilincinde
Trump’a yakıştırılan sıfatların eksiği var, fazlası yok. Ancak sadece bu kişisel özelliklerle dünyayı üçüncü bir paylaşım savaşına kadar sürükleyebilecek olan tarifeleri ve ticaret savaşlarını açıklamak yetersiz ve yanıltıcı olur. Ayrıca böyle bir yaklaşım “kapitalizmin emperyalist doğasını” da gizlemeye hizmet eder.
Bu yüzden olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ve diğer toplumsal mücadelelerle açıklayan ve genel olarak toplum ve yaşama ilişkin daha kapsayıcı ve bilimsel bir bakış açısına ihtiyacımız var. Bu bakış açısı gelişmelerin doğru anlaşılmasını önleyen karartmaları ya da perdelemeleri ortadan kaldıran ve olayları daha net görmemizi sağlayan bir bakış açısıdır.
Böyle bir bakışa göre; doğadaki ya da toplumdaki olaylar gibi, büyük çapta etkilere sahip olan Trumpçı tarife politikası da derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yani bu tarifeler ekonomideki bazı zorunlulukların ve siyasetteki sıkışıklığın ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır.
Trump’çı tarifelerin gerekçeleri
Bu bağlamda Trumpçı tarifelerin gerekçelerini ele alabiliriz. Analizlerde yer aldığı kadarıyla, “Monreo Doktrini’ne geri dönülmesi”, “dış ticaret açıklarının neden olduğu zarara son verilmesi” ve “ulusal hükümetlerden ekonomik ve siyasal tavizler kopartılması” akla gelen ilk gerekçeleri oluşturuyor. Şöyle ki:
● Öncelikle, Trump ABD’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği Çin’in, “ABD’nin ekonomik statüsünü çaldığını” ileri sürüyor. Bu yüzden de ABD’yi “Yeniden Büyük/ Make The USA Great Again” yapacaklarını öne sürüyor. Oysa ABD’nin hegemonyası 1971’den (Nixon) ve 1985’ten (Volcker) bu yana geriliyor, dolayısıyla da başlattığı ticaret savaşları bu inişi tersine çevirmeye yetmeyebilir.
Kaldı ki Trump tehlikenin diğer ülkelerin “ABD’yi soymasından” kaynaklandığına inanıyor olsa da bu aslında bugünün değil, dünün hikayesidir. Öyle ki bugün ulus üstü sermaye şirketleri birçok ulus devletten daha fazla servete ve güce sahipler ve hiçbir ülkeye bağlılık gibi bir sorumlulukları da yok.
Ulus üstü sermayenin gücü
Bu bağlamda gümrük tarifeleri ABD ekonomisini “özgürleştirecek” bir yol sunmuyor. Bunlar, daha ziyade gerçek ortak sınıf düşmanı olan sermayeye karşı emekçilerin birleşmeleri gereken bir zamanda, ülkeleri ve emekçileri birbirine düşüren modası geçmiş, düşmanca önlemler.
Bu konuda bir uygulamadan söz etmek meseleyi daha iyi kavramamıza yardımcı olabilir. Uluslararası ticaret anlaşmalarında yer alan Yatırımcı-Devlet Anlaşmazlık Çözümü (ISDS) maddeleri, şirketlerin, insanları veya gezegeni korumaya çalışan hükümetlere dava açmasına olanak tanıyor. Şirketler Tayland’dan Almanya’ya, siyanürlü altın madenciliğinin yasaklanmasından asgari ücretlerin yükseltilmesine kadar her konuda hükümetlere “kâr kaybı” davaları açabiliyorlar ve çoğunlukla da bu davaları kazanıyorlar. Bu durum ulusal ekonomileri felce uğratırken, demokrasiyi alay konusu haline getiriyor ve küresel ekonomide kimin sözünün geçtiği konusunda hiçbir şüpheye mahal bırakmıyor. (1)
Kısaca, küreselleşmiş bağımlılık zincirlerinden kurtulmaya ve ulusal/yerel ekonomilerimizi korumaya ihtiyacımız var ama gümrük tarifeleri bizi oraya götürecek araçlar değiller.
● Trump’ın temsil ettiği sermaye “ABD’yi yeniden üretim üssü yapmak” istiyor. Zira şu anda küresel imalat sanayi üretiminin yüzde 35’i Çin’de, buna karşılık yüzde 13’ü ABD’de gerçekleşiyor. (2) ABD müesses nizamı Çin’i zayıflatarak bu durumu tersine çevirmek istiyor.
● Ancak ABD’nin Çin ile baş edebilmesi için güçlü bir savunma bütçesine ihtiyacı var. Yaklaşık 1 trilyon dolarlık savunma bütçesini silah üreticileri finanse etmeyeceğinden, bu tarifelere baş vuruyor ve ilave vergi geliri yaratmak ve dünyayı kontrol etmek istiyor.
Nitekim Trump 1982 yılından bu yana toplanan en yüksek vergi gelirini sağlamayı hedefliyor: yılda 258 milyar dolar (yüzde 0,85). 10 yıllık bir sürede ise 2,9 trilyon dolar vergi geliri elde edilmesi hedefleniyor. (3)
Ancak küreselleşme son 40 yıllık neo-liberalizmin bir sonucu ve ABD küresel çapta sanayi kaydırmalarıyla bundan çok büyük nema sağladı. Düşen kâr oranlarını başka ülkelere yaptığı sermaye ihracı ile yükseltebildi, böylece krizlerini savuşturabildi. Örnek olarak ABD’nin Vietnam’da 59 Nike ayakkabı fabrikası var. Tesla otomobillerinin büyük bir kısmı Çin’de üretiliyor. Çünkü bu ülkelerde işçilik çok daha ucuz ve işgücü verimlilikleri de yüksek. Yani üretim-değer zinciri artık tersine çevrilemeyecek kadar küresel. (4)
İhracatı temel alarak büyüyen ekonomiler üzerindeki etkiler
Ticaret savaşlarında tüm taraflar zarar görebilirler. Ancak en büyük zararı iç talebi nispeten zayıf olan net ihracatçı ülkeler görür. Uluslararası ticaretin daralması (özellikle de büyümeyi sağlamak için ihracata/dış talebe bel bağlamışlarsa), dışa en açık ve ihracata bağımlı ekonomilere zarar verir. Göreli olarak “kapalı ekonomiler” de zarar görebilirler ama bu zarar göreli olarak daha küçük olur.
Bu durumda, ihracatları düşeceği için, dış ticaret açıkları artan azgelişmiş ekonomileri büyütmenin tek yolu iç talebi artırmak olur ki bu da ya milli gelirin daha adil dağıtılarak reel ücretlerin artırılmasını ve/veya talebin bireysel borçlanma ile desteklenmesini gerekli kılar.
İlk yol günümüzün otoriter rejimleri altında pek mümkün görünmediğinden, geriye emekçileri daha fazla borçlandırarak ekonomiyi büyütmek kalıyor. Ancak bunun da bir sınırı var. Ayrıca bu borçların geri ödenememesi bankacılık sistemini sıkıntıya sokabilir. Bu durumda ekonomilerin küçülmesi, işsizliğin artması ve bunları finansal, sosyal ve siyasal krizlerin takip etmesi kaçınılmaz hale gelebilir.
Ulusları sömürgeleştirmenin bir yolu
Bu tarifelerin uygulanması aslında doğrudan ve dolaylı olarak, tüm ulusal ekonomilere zarar verecektir. Ancak, ABD’ye ihracatları milli gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturan ülkeler (Kamboçya: yüzde 36, Vietnam: yüzde 26, Çin: yüzde 13-14, Hindistan: yüzde 8 ve tüm azgelişmiş ekonomiler ortalama: yüzde 15-16) (5) bu tarifelerden en olumsuz etkilenecek ülkeler olacaklar.
“Önce Amerika/America First” ideolojisine çok bağlı olduğu bilinen Trump Yönetimi müttefikleri olan diğer kapitalist ülkeleri kasıtlı olarak düşman haline getirdi. Ötekileştirme, kutuplaştırma siyasetini uygulayan diğer aşırı sağcı-faşist liderler gibi kapitalizmin doğasında var olan çelişkilerin tetiklediği küresel ticaret dengesizliklerinin neden olduğu sorunları önemsemeden yoluna devam etmeye çalışacaktır.
Bu yüzden de Trump Yönetimi aracılığıyla bu tarifeler, ABD sermayesinin küresel ticaret sistemini ve bununla birlikte küresel ekonomiyi bütünüyle ele geçirme çabası olarak da görülmelidir.
Bir başka anlatımla, bu tarifeler AB ve Japonya gibi gelişkin ekonomileri kendi hegemonyası altında hizaya çekmenin yanı sıra, ihracata bel bağlamış, ekonomik ölçek ve teknolojik gelişmişlikten yoksun, devleti yönetenlere kolayca rüşvet ve/veya gözdağı verilebilen azgelişmiş ülkeleri sömürgeleştirmek amacına hizmet ediyor.
Türkiye’nin ABD’ye ihracatı ve Trumpçı tarifeler
ABD, yüzde 5,8 ile Türkiye’nin en büyük üçüncü ihracat pazarı (sırasıyla: Almanya yüzde 8,1; Birleşik Krallık yüzde 6,0; ABD yüzde 5,8; İtalya yüzde 5,2; Irak yüzde 4,9 ve diğer ülkeler yüzde 70,0). (6)
Kamboçya ve Vietnam gibi ülkelerle kıyaslandığında, daha düşük bir orana sahip olsa da Türkiye’nin ihracatının üçüncü büyük pazarı olması ve AB’nin en büyük ekonomilerinin payına yakın bir paya sahip olması, Trumpçı tarifelerin Türkiye üzerinde etkili olabileceğini gösteriyor. Özellikle de AB ülkelerine konulan tarifelerin bu ülkelerin ekonomilerini daraltması söz konusu olacağından, tarifelerin dolaylı etkileri söz konusu olacaktır.
Ayrıca Türkiye’ye uygulanacak olan tarifenin dünyanın büyük bir kısmına uygulanacak olan yüzde 10 ile aynı olması, “Türkiye’nin rekabetçi gücünü artıracağı için” Trumpçı tarifelerin fırsata çevrileceği” beklentisini boşa çıkartıyor.
Yoksul ülkeler borç batağına sürükleniyor
Dünya Bankası’na göre, 2008-09 finansal krizi sırasında 3,9 trilyon dolar olan düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borçları 2023 yılında 8,8 trilyon dolara ulaştı. Yani 15 yılda bu ülkelerin borç stokları iki kattan fazla arttı. Bu borçlar için ödedikleri faiz oranı ise 2013-23 arasında yüzde 2,6’dan yüzde 4,9’a yükseldi. (7) Bu ülkelerin borçlarının çok büyük bir kısmı ABD doları cinsinden çünkü ticari bankalar ve Dünya Bankası bunu onlara dayatıyor.
Bu ülkeler, borçlarını ve bu borçların faizlerini geri ödeyebilmek için dolar biriktirmek amacıyla ihracat faaliyetlerini yoğun bir şekilde teşvik etmek zorunda kalıyorlar.
Ayrıca, kısmen şu anda görüldüğü gibi, doların değerindeki düşüşün bir sonucu olarak ve (daha kesin olarak çok yakında belirginleşecek olan) enflasyondaki artış nedeniyle, ABD’de faiz oranlarının yükselmesi kaçınılmaz olacak ve FED faiz oranlarını artırmak zorunda kalacaktır. Bu durum, kuşkusuz, borçlarını dolar olarak ödeyen ve faizleri genellikle değişken oranlı olan bu ülkelerin ekonomileri üzerinde çok ciddi etkilere neden olacaktır.
Keza bu ülkeler artık ABD’ye yeterince ihracat yapamaz duruma gelirlerse, ister ticari bankalara isterse Dünya Bankası’na olsun, kredi borcu yükümlülüklerini yerine getiremeyecekler. Böylece, söz konusu ülkelerin kredi notları daha da düşecektir.
Özcesi (bizim gibi) dış borç stoku yüksek olan ülkelerin borçlanma maliyetleri daha da artacaktır. Ayrıca bu ülkelerin fiziki olarak dış krediye erişimleri de zorlaşacaktır. Bu durumda bu ülkelerin acilen ihtiyaç duyduğu yatırımlar da yapılamayacaktır. Böylece, ihracatları, yatırımları, istihdam ve gelirleri düşecek, daha da yoksullaşacaklar, dış borçlarını geri ödemede ciddi sorunlar yaşayacaklar. 1982 yılında Meksika’da patlak veren dış borç krizi benzeri krizlerin bu yüzyılda daha da yaygın biçimde ortaya çıkması olasılığı oldukça yüksektir.
Trumpçı tarifeler özerk kalkınma stratejileri için alan açmaz!
Azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkileri bağlamında bir yanılsamadan kaçınılması gerekiyor. Bazı yorumculara göre, Trumpçı tarifelerin neden olduğu küresel “ayrışma” (yani Küresel Güney Ülkeleri ile Emperyalist Merkez Ülkeler arasındaki ticaret ve sermaye akışının görece azalmasının) Küresel Güney Ülkelerinin daha ilerici ekonomik “sanayileşme stratejileri” ortaya koymasını, emperyalizmin pençesinden kurtulmasını ve “arayı kapatmaya” başlamasını sağlayacaktır. (8)
Ancak ABD emperyalizmi son birkaç on yılda zayıflasa da hala en büyük sermaye birikimine, en büyük finansal gücüne (ABD doları hala hüküm sürüyor) ve dünyanın en büyük askeri gücüne ve teknolojik birikimine, dahası hala diğer emperyalist ülkelerin (çoğunlukla) desteğine sahip.
Diğer yandan, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın başını çektiği (alternatif) BRICS grubu siyasi ve ekonomik olarak çeşitlilik arz etse de gerçek bir mali ya da askeri güce sahip değil. Ayrıca BRICS ülkelerinin çoğunluğunu diktatörlüklerce (Rusya, Çin, Hindistan, İran, Suudi Arabistan gibi) ya da işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmeyen zayıf neo-liberal kapitalist rejimlerce (Güney Afrika gibi) yönetiliyor. Yani bu ülkeler aslında bir başka emperyalist kutuplaşmayı temsil ediyorlar. Bu nedenle de sırtını bir başka emperyalist gruba yaslayarak özgürleşmeyi, demokratikleşmeyi ve kalkınmayı sağlayabilmek mümkün değil.
Emperyalizmden kopmak ve bağımsız ekonomik kalkınma stratejileri izlemek bir paradigma değişikliğini yani ekonominin temel sektörlerinde kamu mülkiyetini tesis etmeyi, demokratik bir biçimde planlanmış kamusal yatırımları, işçi sınıfı demokrasisini ve enternasyonalist bir dış politikayı hayata geçirmeyi gerektirir. Oysa ne ABD-Japonya ne AB ne de BRICS ülkelerinin yönetimleri böyle bir paradigmayı savunuyor. Aksine bunlara şiddetle karşı çıkıyorlar.
Anahtar sözcükler: Borç krizi, BRICS, Emperyalist savaş, Finansal türbülans, Gümrük tarifeleri, Trumpçı Tarifeler.
Devam edecek…
Dipnotlar:(1) “Everything a Trade Union Should Know About TTIP: Stop the TTIP, People’s Movement”, www.people.ie (3 January 2018); Park MacDougald, “Trade Agreements Rigged to Protect Capital From Democracy”, http://truth-out.org (2 March 2015).(2) https://thenextrecession.wordpress.com/trumps-slump (9 April 2025).(3) “Trump’s ‘Liberation Day’ Tariffs: The Impact by the Numbers”, https://taxfoundation.org/blog (4 April 2025).(4) https://links.org.au/behind-trumps-spiralling-tariff-war-interview-marxist-economist-michael-roberts (6 April 2025).(5) https://rwer.wordpress.com/whos-afraid-of-trumps-tariffs (5 April 2025).(6) https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Dis-Ticaret-Istatistikleri-Subat-2025 (27 Mart 2025).(7) https://blogs.worldbank.org/en/opendata/international-debt-report-2024–low–and-middle-income-countries (3 December 2024).(8) https://links.org.au/behind-trumps-spiralling-tariff-war-interview-marxist-economist-michael-roberts (6 April 2025).