
■ Politika’dan Yorum
A.Öcalan’ın 27 Şubat’taki açıklamasının yankıları sürüyor. Genişletilmiş İmralı heyetinin okuduğu kısa metin üzerinden oldukça geniş bir literatür oluştu şimdiden.
Artık herkesçe malum olan yeni süreçte bütün özneler kendilerine yeni pozisyonlar almaya çalışıyorlar. Süreç derken burada dünya ve bölgesel düzeyde son bir yıldaki gelişmelerin yarattığı yeni güç dengelerini ifade etmek istiyoruz. Bu konuda genel bir hemfikirlik var.
Ama bu dünya süreci içinde Kürt sorununun Türkiye ve bölgesel çözümü konusunda girilen süreçle ilgili kafaların –sol açısından- oldukça karışık olduğunu belirtmek gerekiyor.
Bu karışıklığın, bekle-gör bir yaklaşıma neden olduğu açık. Ayrıca kimi sol ve sosyalist partilerin Kürt hareketine karşı güvensizlik temeline dayanan mesafeli duruşlarının sol kamuoyundaki kafa karışıklığını derinleştirdiğini de belirtmek gerekir. TİP, Sol Parti ve hatta CHP’den daha net ve ortadan yorum yapmayan bir tavra ihtiyaç var.
Öncelikle, sürecin sunumu ile ilgili bazı hatalara dikkat çekmek gerekiyor. İmralı Heyeti, görüşmelerin başlamasından sonra “çözüme çok yakınız”, “süreç çok hızlı gelişecek” gibi açıklamaları ile taraflar arasında bir “anlaşma” yapılmış intibaı yarattı. Dem Parti bileşenleri dahil görüşmelerin içeriğine dair “resmi görüş”ler dışında bilgilendirilmedi. Başta Kürt halkı, toplumsal kesimler sürecin mahiyeti ve işleyişi hakkında bilgilendirilmeden 27 Mart’ta Kürt halkı meydanlara çağrıldığında da muhtemelen bu “anlaşma”nın açıklanacağı, kendilerine bir “müjde” verileceği beklentisiyle alanlara gitti. Ama ilk okunan Kürtçe metindeki “silah bırakma” ve “fesih etme” kararları kitlenin hayal kırıklığına uğramasına neden oldu. Türkçe metnin okunmasını beklenmeden ve S. Süreyya’nın sözlü olarak yaptığı “ek”i dinlemeden alandan çıkışlar başladı.
Şimdi, bu hayal kırıklığının aşılması için Dem Parti, tepeden tırnağa herkesin katıldığı bilgilendirme toplantıları yapıyor, sürecin içeriği hakkında kendi tabanını bilgilendirmeye, sürecin içeriği, görüşmelerin düzeyi, olası gelişmeler konusunda bilgi ve yorumlarını paylaşıyor.
Sol partilerin, grupların “bekle-gör” yaklaşımı ya da “hayırhah” tutumlarının bir nebze buradan kaynaklandığını ya da onlara bir haklılık payı verdiğini söyleyebiliriz. Fakat asıl sorunun bu olmadığını açıklıkla tartışmak gerekiyor. Solun bir kısmında eskiden beri gelen, Kürt siyasal hareketine güvensizlik şeklinde ifade edilen ama çok ciddi şovenizm etkileri taşıyan bir yaklaşım, ruh hali var. Kürt hareketi ne zaman devlet ya da hükümet ile belli bir “uzlaşma”, “barış süreci”ne girse, ilk refleks “Kürtler iktidarla anlaştı, bizi sattı” oluyor. Bunu da Kürt hareketinin “ulusalcı/milliyetçi” bir hareket olması ve bundan dolayı da öncelikle Kürt ulusunun (aslında örgütün kendi çıkarını) her şeyin üstünde ve önünde tuttuğu (bazıları resmi olarak ifade etmese de Öcalan’ın devlet ile anlaştığı ve solun gelişmesini engellemek için kullanıldığını dost ortamlarında dillendirenler de var. SİP (icazetli “TKP”) gibi Türk burjuva devletini “düşman” olarak gören herkesi emperyalizmin işbirlikçisi ilan edenler için bir şey demeye gerek yok, onlar bu açıklamalarıyla kendilerini zaten ihbar etmiş oldular.) “teori”leriyle bir güzel açıklarlar. Yaklaşık yarım asırdır temcit pilavı gibi her dönemde karşımıza çıkan durum da budur.
Bu öznel “teori”lerin işlemediği, nesnel gelişmeler ortaya çıkardı. Bugünkü süreç karşısında da Öcalan’ın kısa açıklamasındaki bazı kavramlar ve tespitlerine dertlenen ya da İmralı heyetindeki Sırrı Süreyya Önder’in, Demirtaş’ın “sayın Bahçeli” hitaplarına kafayı takan açıklamalara rastlıyoruz. Meseleyi bu kadar sığlaştıran bir yaklaşım solun bugünkü halinin nedenidir.
Adı üzerinde, bir süreç, sayısız etkenin birbiri üzerinde etkisi ile şekillenecek ve bütün bu etkileşimlerin bileşkesi bir sonucun ortaya çıkacağı bir evredir. Somut olarak burada en etkili iki etkenin devlet ve Kürt hareketi olduğu açık. Fakat devletin kimyasal silah, SİHA vb dahil yürüttüğü savaş ve Kürt hareketinin bütün bunlara karşı ayakta kaldğı hatta Rojava’da olduğu gibi yeni büyük mevziler kazandığı ortada iken “barış” görüşmelerine başlamak zorunda kalmaları, süreçte sadece kendilerinin belirleyici olamadıklarını gösterir. Bu durumda başka öznelerin, süreçlerin de bu “barış” görüşmelerinin seyrini, niteliğini etkileyeceği açıktır.
Bu nedenle de solun iki tarafa da eşit mesafe alan, sadece “silahların susması”nı olumlayan ve arkasından da “ama”lar sıralayan tutumları sürecin nesnel gelişimi bakımından demokratik bir barıştan çok devletin istediği ve dayattığı koşulların sürece galebe çalmasına yaradığını söyleyebiliriz. Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda atılacak adımlar ile demokratik gelişme arasındaki karşılıklı diyalektik bağı bu açıdan vurgulamak gerekir. İki faşist parti liderinin Öcalan’ı Kürt halk önderi olarak kabul etmek zorunda kalmış olması bile Türk halkına zerk edilen şovenizme karşı mücadele açısından büyük fırsat sunmaktadır. Diğer taraftan, Kürt sorunun en kısmi haklarla çözümü için bile “terörle mücadele kanunu”, “ceza infaz kanunu”, “siyasi partiler yasası”, “yerel yönetimler kanunu” gibi birçok alanda yasal değişiklikler yapılması gerektiği de herkesin malumu. Sanki ortada kayıtsız şartsız teslimiyet ve silah bırakma varmış gibi ve sanki Kürt siyasi hareketi bütün demokratik taleplerinden vazgeçmiş gibi demokrasicilik savunuculuğu yapmak akla mantığa sığmaz.
Mevzu bahis solun devlete güvenmemesi gayet doğru ve devrimcidir. Fakat Kürt sorunun demokratik çözümü için mücadele eden, bu konuda sayısız kere Türkiyeli sol, sosyalist güçlerle ittifak yapan, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için büyük bedeller ödeyen Kürt hareketine karşı hala “ama”lar dizmesi anlaşılır bir şey değildir. Üstelik her defasında bu “ama”larının yanlış çıktığı ortaya çıkmasına rağmen…
Bugün de esas olarak bu güvensizlikle malul “ama”lar sıralanıyor. Örneğin deniyor ki, barışın bedeli Erdoğan’ın Allah canını alıncaya kadar başkan kalmasını sağlayacak bir anayasa mı olacak? Öcalan’ın “Türk-Kürt ittifakı” söylemi iktidarın “neo-Osmanlıcı” “ümmetçi” yaklaşımında ortaklaşma anlamına mı geliyor? Türkiye’de faşizm, Kürdistan’da demokrasi mi olacak? Yer yer ultra saçma düzeye varan bu “ama”ların sonu yok. Sol partiler, sürecin risklerine işaret edip elini taşın altına sokmaktan imtina edip, “Kürt belası”ndan kurtulacakları günü beklemeleri trajikomik bir durum olur.
Kendinden menkul “kırmızı çizgiler” çizmek yerine, ola ki süreçte devlet ile yapılan görüşmeler konusunda bilgi sahibi olmadıklarını düşünüyorsa bu konuda da başta Dem Parti olmak üzere ilgililerden bilgi almaya çalışmak gerekir. Ama bundan önce, Türk sömürgeci devletinin yüzyıldan fazladır süren Kürt inkarcılığına, sovenizme karşı Kürt halkının demokratik taleplerinin amasız fakatsız savunuculuğunu üstlenmek sol adını hak etmenin kriteridir. Bunu yapmayan zaten bu süreçte de sonrasında da varlık hakkı bulamayacaktır.