
■ Politika’dan Yorum
Suriye’de olan biten karşısında kimi niye desteklediğiniz, hariciye konusu değil, dahiliye konusudur. Dahiliyede ne istediğinizle ilgili bir konudur. Dolayısıyla Suriye, bir “komşumuz” değildir, Biziz. Suriye hakkındaki her konuşma kendi geleceğimiz hakkında bir konuşmadır. Suriye’de kimi destekleyeceğin konusu, Türkiye’de “tek adam rejimi”ne karşı kiminle ittifak kuracağın meselesidir.
Türkiye’de “hak hukuk adalet”, “barış”, “demokrasi”, “özgürlük”, “vergide adalet”, “grev hakkı”, “asgari değil insanca bir yaşam”, “laiklik”, “anadilde, parasız, bilimsel, demokratik eğitim”, “İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edilmesi”, “inanç özgürlüğü”, … isteyenler, Türkiye’de kime karşı kiminle ittifak kurmalı ve Suriye’de kimi desteklemeli, kime karşı durmalı? Bu dahili ve harici iki soru bir şeyin iki farklı şekilde ifade edilmesidir.
Ortadoğu’da (ve dünyada) iki eksen kendini belli etmiştir:
ABD ve diğer Batılı ülkeler, İsrail ve Türkiye’nin dahil olduğu emperyalist eksen, bileşenleri, programı ve stratejisi belli olan eksendir. NATO 2030 Savaş Konsepti’ne uygun olarak Batının düşmanı ilan edilen Rusya ve Çin’in ekonomik ve siyasi olarak geriletilmesi, başarılabilirse çökertilmesi, bunun için de bu ülkelerin çeperindeki Suriye ve İran’ın düşürülmesi. Suriye, düşürüldü. Sıra İran’da.
Emperyalist eksen karşısında, ikinci eksen, henüz paramparça bir halde, potansiyel olarak var görünmektedir. Filistin’deki “Siyonist İsrail karşıtı güçler”, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de laik parti ve örgütler ile Rojava’daki demokratik Kürt güçleri, Türkiye’de oldukça dağınık ve programsız olan sol, sosyalist partiler, örgütler, İran’da “jin jiyan azadi” isyanının militanları… İlk bakışta görüleceği gibi bu eksenin bütün halkaları kopuktur ve her biri bölgeye müdahale eden “büyük güçler” karşısında “tek başına” bariz tutarsızlıklar göstermektedir.
Bölgede en demokratik ve özgürlükçü programa sahip olduğu için Rojava’daki Kürt güçlerinin ne Filistin’deki güçlerle ne Hizbullah’la ne de Türkiye’deki demokratik muhalefetle güçlü bağları vardır, buralardan güçlü bir destek bulamamaktadırlar ve bu nedenle de varlığını ancak emperyalist eksenle ve onun bölgedeki koç başı olan İsrail ve Türkiye ile uyumlu olmaya çalışarak sürdürmeye çalışmaktadırlar. Filistinli örgütler ve Hizbullah da Rojava’yı “görmüyor”. Rojava’daki güçlerin bir taraftan “demokratik özerklik” olarak ifade ettikleri programa sahip olmaları ile bölgeye yerleşen ABD emperyalizmi ile kurdukları “dostani” ilişki, bölgedeki diğer halkları temkinliliğe sürüklemektedir.
Fakat burada asıl mesele Rojava’daki güçlerin demokratik yolda ne kadar tutarlı oldukları değil, onların ve aslında emperyalizme, siyonizme, IŞİD, El Kaide vb. gibi örgütlerce savunulan teokratik siyasetlere karşı dahiliyede ne yapıyoruz ve yapmalıyız ki, dostlar bundan güç alsın düşman ayağını buna göre denk alsın meselesidir.
Bellidir ki, sadece emperyalizme, sadece siyonizme, sadece dini gericiliğe ya da hepsine birden karşı olmak amaca ulaşmak için yetmemektedir. Her birine ve hepsine karşı olanların tüm bölge halklarının yararına, demokratik, özgürlükçü bir program etrafında, en başta da dahiliyedeki yani kendi ülkelerindeki “en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü”ne karşı bir araya gelerek güçlü bir muhalefet geliştirmek gerekmektedir. Bölgedeki “direniş ekseni”nin dağınık, tutarsız halkalarını birleşik ve kararlı hale getirecek bir güce ihtiyaç var.
Bu güç şu anda Türkiye işçi ve emekçileridir, Türk işçi ve emekçileridir. Bölge ülkeleri ile kıyasla hem sayı olarak hem siyasal deneyim ve örgütlülük düzeyi bakımından, emperyalist ekseni durdurmaya, büyük güçlerin karşısında tutarsızlık içine girenleri, umutsuzluğa kapılanları silkeleyip kendine getirmeye muktedir güç, Türk(iye) işçi ve emekçileri arasında inşa edilebilir.
Bölgedeki en demokratik ve en örgütlü gücün Kürtler olmasından dolayı, bu tespitimiz yadırganabilir hatta “sosyal şovenist” bile bulunabilir. Ama ABD, İsrail ve Türkiye ekseninin en vahşi yöntemlerle, Kürt soykırımı da dahil olmak üzere “dört parça”daki Kürt demokratik güçlerini yok edebilirler. Sadece Kürtlerin direnişi, bu emperyalist eksenin planlarını durdurmaya yetmiyor, yetmez.
Bu emperyalist eksenin zayıf karnı, bölgesel ayakları olan İsrail ve Türkiye’nin “iç sorunları”dır. İsrail için “Filistin sorunu”, Türkiye içinse Kürt sorunu. İsrail, “Filistin sorunu”nu Gazze’de soykırım yaparak, Lübnan’da Hizbullah komutanları suikastlarla büyük oranda bastırmış durumda. İsrail’in Gazze’de yaptığını Türkiye’nin de Kürdistan’da yapmaktan alıkoyacak hiçbir güç bulunmamaktadır. TC’yi durdurması için ABD’ye mi, AB’ye mi, İsrail’e mi güveneceğiz? Yoksa Rusya’ya ve Çin’e mi? Hiç birine güvenemeyeceğimizi gördük.
Türk solcuları ve sosyalistleri, laiklik, demokrasi, gericilik karşıtları hala daha tehlikenin farkında değillermiş gibi davranmaktadır. Siyasetin en temel kuralını kendi konforları için bilmemezlikten gelmektedirler. O da şudur: En güçlü strateji, başkalarının stratejilerini etkileyen stratejidir. Siz öyle bir hamle yapın ki, taşlar yerinden oynasın, bulanık sular durulsun, dost düşman ayrımı belirginleşsin, dost silkinip kendine gelsin, düşman ayağını denk alsın. Devrimci siyaset söyleyip ruhunu kurtarmak değil, yapıp bedeni vermektir. Türk solcuları, sosyalistleri, bugün “emperyalist eksen”e karşı direniş ekseninin halkalarını ihya edecek bir hamle gerçekleştiremezlerse Gazze’nin, Suriye’nin kaderini kendileri de yaşayacaktır.