
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yıldönümü yaklaşırken, insanlarımız devletin belirlediği senaryo çerçevesinde seferber olmuş durumda. İşçiler, emekçiler, emekliler, işsizler ve köylüler, resmi görevlerini yerine getirmek için sıraya girip katılıyorlar kutlamalara.
Sokaklarda dolaştığınızda, kırmızı beyaz kıyafetler giymiş birçok insan görüyorsunuz. Ellerinde bayraklar sallayarak geziyorlar. Bu durumda olan iki tip insan var. Birincisi, maddi durumu iyi olan burjuvalar ve küçük burjuvalar. İkincisi ise, başı örtülü işçi ve emekçi aileler ile çocukları. Bunlar Türklerin oluşturduğu beyaz Türkler. Genellikle CHP seçmeni olarak biliniyorlar. Diğer bir grup ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak kabul edilmeyen ancak son 40 yıldır Türkler olarak kabul gören Müslümanlar. Bunlar ise AKP ve MHP seçmeni olarak biliniyor. Birinci grup, ikinci gruptan pek hoşlanmıyor. Kendilerini onların efendisi olarak görüyorlar ve bu yüzden başörtülerine ve giyim tarzlarına karşı çıkıyorlar. “Bu insanlar nereden çıktı?” diye soruyorlar. “Erdoğan bize bunları başımıza bela etti” şeklinde düşünüyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi boyunca, bu iki grup bir araya geldi. Birbirlerinden hoşlanmayan iki grup, coşku ve heyecanla 100. yılı kutluyorlar.
Kırmızı beyaz kıyafetlerle bulvarları dolduran bu kalabalığı, siyah kıyafetleriyle Kürtler ve lacivert kıyafetleriyle sınıf bilinçli işçi ve emekçiler hayretle izliyorlar. Düşünüyorlar ve diyorlar ki, “Burjuvaları ve kısmen de küçük burjuvaları anlayabiliyoruz, ancak işçi ve emekçilerin bu kıyafetlerle bayrak sallamalarının anlamı ne?” Bu gerçekten de doğru ve önemli bir soru…
100 yıldır sermayenin ve emperyalist merkezlerin hakimiyeti altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşturduğu bir toplumda yer alan işçi, emekçi ve yoksullar için ne gibi faydalar sağlandı? Onlar, kendi sınıflarının iktidarında daha özgür ve refah içinde olamazlar mıydı? İşte 29 Ekim 2023 tarihinin ana sorunu ve sorusu budur.
Milliyetçilik yetmedi, ona bir de dini harmanlayarak milyonlarca işçi, emekçi, köylü ve yoksulu uyutmaya devam ediyorlar. Ancak bu insanların kendi özgür, demokratik ve sosyalist cumhuriyetlerinin yıldönümlerini kutlayabilmeleri için Türkiye’nin parlamentoda üçüncü güçlü parti olmak yeterli değildir demek ki. Bu durum kazanılmış bir mevziidir, ancak yeterli değildir. İşçi, emekçi, köylü ve yoksulların yaşadığı ve çalıştığı tüm alanların değişmesi, bilinçlenmesi ve burjuvazinin egemen ideolojik propagandasından kurtulması gerekmektedir. Bu başarılmak için birinci, en güçlü parti olmak gerekmektedir. Sadece parlamentoda değil, hayatın her alanında birinci parti olmak gerekmektedir. Bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde kanla dışlanan işçi sınıfının öncü gücü olan komünistler ile cumhuriyet tarihi boyunca bastırılmaya çalışılan Kürtler, Aleviler ve tüm yoksulların hareketinde belirleyici bir sorumluluk bulunmaktadır.