
■ Politika’dan Yorum
6 Şubat Depremlerinin ikinci yıl dönümüne vardık. 11 ilde etkili olan depremde, İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişi yaralandı. 38 bin 901 bina yıkıldı, 2 milyon 302 bin binada hasar tespiti yapıldı.
Depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, depremzedeler hala altyapısı yetersiz, sağlık ve birçok açıdan yetersiz konterynerlerde kalmak zorunda bırakılmış durumda. Adıyaman’da halen 55 konteyner ve prefabrik kentte 30 bin üzerinde aile ve yaklaşık 117 bin kişi yaşıyor. Hatay’da 223 bin 906 kişi hala konteynırlarda yaşamaktadır. Malatya’da 120 bin vatandaşın hâlâ konteyner kentlerde yaşadığı tahmin edilmektedir.
6 Şubat depremlerinde olduğu gibi, doğal bir olayın onbinlerce insanın ve sayısı belli olmayan diğer canlıların katledilmesiyle sonuçlanması, toplumsal ve siyasal bir olaydır. Gerek depremlerde gerekse sel, heyelan ya da yangınlarda yaşanan can kayıpları, devletin bu konularda gerekli tedbirleri almaması, hatta bizzat yasa ve yönetmelikleri yetersiz olsa bile mevcut mevzuatı bile by-pass eden uygulamalarının sonucudur.
Türkiye’de bu uygulamaların miladı olarak Özal hükümetlerini alabiliriz. 12 Eylül Darbesi ile 24 Ocak Kararları olarak bilinen IMF ve DB programını hayata geçirmek için iş başına getirilen Özal’ın “benim memurum işini bilir” sözü, Akdeniz ve Ege kıyılarında mafya eliyle başlatılan turizm yatırımları ile başlayan neoliberal dönem, AKP döneminde ifrata varan kuralsız, plansız, hukuk tanımaz ve emek cehennemine ve doğa katliamları dönüşen “kentsel dönüşüm”, “mega projeler” ile “kalkınma” hikayesi bir bütündür.
Aradan geçen 44 yılda 12 Eylül’ün temelini attığı rejime yeni “sivil darbeler” ile eklemeler yapılarak neoliberalizm berkitilmiş, derinleştirilmiştir. Dincilik ve milliyetçilik bu neoliberalizmin ideolojik sıvası yapılmış, tepeden tırnağa rüşvet, kayırmacılık, ilkesizlik, bireycilik, çıkarcılık ahlaki norm haline getirilmiştir. 12 Eylül Darbesi ile başlatılan Türk İslam Sentezi resmi ideoloji, AKP-MHP faşist iktidarı ile tam haline gelmiştir.
Bugün AKP-MHP şahsında başımızda boza pişiren bu devlet, RTE’nin diline pelesenk ettiği gibi “şirket devlet”tir. Şirket devlet, sermaye ile devletin iç içe geçtiği, devletin bütün organları ile şirketlere yeni yatırım alanları yaratmak, mevcut yatırımların karını arttırmak için emeğin haklarını kısmak, örgütlenmesini engellemek, vergilerle oluşturulan kamu kaynaklarını bu yatırımlar için sevk etmek, çevre üzerinde yarattığı yıkımlardan dolayı yatırımların engellenmesine mani olacak yasa ve yönetmeliklerin temizlenmesi, bizzat bakanlıklara şirket sahiplerinin getirilmesi demektir.
Bu devlet, “iki kutuplu” düzendeki, yani eksiği yanlışı ile Sosyalist Blok’un olduğu dönemde, işçi sınıfının ve emekçi halkların sosyalizme kaymasını engellemek için zorunlu olarak üstlendiği “sosyal ve hukuk devleti” rolünü terk etmiş, tam olarak işçi sınıfına ve emekçi halklara düşmanlıkta yarışan bir devlettir.
Diğer bütün uygulamaları bir yana bırakırsak, sadece depremle ilgili olarak, işte bu şirket devlet adım adım yaşanacak cinayetlerin zeminini hazırlamıştır. Bu adımların başında “sosyal ve hukuk devleti” normlarının yok edilmesi, kamusal hizmet kurumlarının özelleştirilmesi, kapatılması, her türlü hizmetin piyasalaştırılması, taşeron sistemi, sendikaların ve kooperatiflerin içinin boşaltılması, TMMOB, TBB, TTB gibi kurumların yetkilerinin ve faaliyet alanlarının sınırlandırılması, düzenleme ve denetleme süreçlerinin bile piyasalaştırılması…
Örneğin, yıllarca belediyelerde rant ve kar esaslı imar değişiklikleri ile yaratılan “çarpık kentleşme” sorunları “imar afları” ile devlete gelire dönüştürülmeye çalışılmıştır. Şimdiye kadar yapılan 22 imar affı yasası çıkarılmıştır ve bunların 8’i AKP döneminde yapılmıştır. İmar affı ile kaçak, plansız, teknik olarak yetersiz binalar depremde enkaza dönerek yuvaları mezara çevirdiği halde, bugün bile “imar affı” uygulamasına devam edilmektedir. 10 Ocak 2025 tarihinde TBMM Başkanlığı’na ‘İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ sunulmuştur.
1999 Körfez Depremi ve ardından 6 Şubat depremleri, bütün bu zaman boyunca da yaşanan diğer depremler ile en az beş milyon kişinin ölümüne neden olması muhtemel Marmara Depremi olgusu var. Bu bilimsel gerçek karşısında ise “şirket –faşist- devlet” politik gerçeği var.
6 Şubat Depremlerinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen ortadaki insanlık dışı tablo bu “şirket –faşist- devlet”in fıtratına uygun.
Bugün hala deprem bölgesindeki halkımızın, geçici ve kalıcı barınma sorunları devam ediyor, elektrik, su, hijyen gibi temel yaşam gereksinimleri bile güvenceli bir şekilde karşılanmıyor. Daha ne kadar bu konterynerlerde kalacakları belirsiz. Çocukların ve gençlerin eğitimleri aksadı ve büyük bir dezavantaj yaşayan bu çocukların ve gençlerin gelecekleri devletin umurunda değil. Alelacele yapılan hastaneler her tarafından dökülüyor, sağlık emekçileri sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda. Halka ücretsiz sağlık hizmeti elbette sunulmuyor. Engelli yurttaşların, kadınların “normal” kentlerde binbir ayrımcılığa ve şiddete maruz kalırken konteynerlerdeki durumları daha da ağır bir hal almış durumda. Evi yıkılan, az ya da orta hasarlı olarak tespit edilen ev sahipleri kime nereye başvurup haklarını alacaklarını bilemiyor. Yıkılan binalarda can veren ailelerin açtığı davalarda göstermelik yargılamalar devam ediyor. Birkaç müteahhit göstermelik cezalarla cezalandırılıp tahliye ediliyor, siyasi ve idari sorumlular hakkında dava açılmasına izin verilmiyor. Tarım alanları, zeytinlikler, sulak alanlar, dere yatakları, kıyılar inşaat ve moloz alanı haline getirilmiş durumda. Asbest başta olmak üzer birçok insan ve çevre sağlığına zararlı kimyasal yaşamı tehdit etmeye devam ediyor.
Bu yıkım tablosunu değiştirecek bir devlet şimdiye kadar olmadığı gibi bundan sonra da olmayacak. Çünkü bu “şirket –faşist- devlet” gerçeğinin değişmesi sadece hükümetin değişmesi ile mümkün değildir. Sözkonusu olan bir devlet biçimidir. Bu yıkım tablosunu değiştirmek için bu devlet biçiminin yıkılıp enkazının tarihin çöplüğüne atılması gerekir. Bu da ancak birleşik bir mücadele ile mümkündür.